''İnsan Ne ile Yaşar?'' Kitabı Üzerine...

 İnsan Ne ile Yaşar kitabında Simon adında fakir bir adamın evine melek gelir. 

Adı Mikail’dir.


Fakir Simon bir kış günü kilise duvarında çırılçıplak halde bulur onu ve evine davet eder, ceketini verir ısınmasını sağlar. Aile başta bu adama alışamaz. Aile daha kendine bakamaz, bu adam nereden çıkmıştır ki?

O soğuk kış günü çıplak halde duvar dibinde ne yaptığını sorar fakat Mikail cevap vermez. 

Sessizdir, pek konuşmaz.

Fakir adam ayakkabı tamircisidir, Mikail’e ayakkabı tamiratını yani kendi mesleğini öğretir. Mikail kısa zamanda işi öğrenir ve köyün en iyi tamircisi olur bütün köy o eve akın eder, işler inanılmaz derecede artar. Eve ayakkabı tamiratı için dünyanın pek çok yerinden insan gelir.

Hatta günün birinde çok zengin adamın biri eve ulaşır ve bol pırlantalı bir ayakkabı yapmasını ister fakat Mikail adamın yüzüne bakıp gülmeye başlar. Ayakkabı yerine bir takunya yapar. Simon şaşırır fakat Mikail cevap vermez.  Günler geçtikten sonra zengin adamın yardımcısı gelir ve ayakkabıya ihtiyaç kalmadığını söyler çünkü adamın öldüğünü söyler. Takunyaya ihtiyaç olduğu söyler.  Durumu anlayan Simon iyice şaşırmaya başlar. 

Aylar sonra küçük kızlarıyla birlikte bir kadın gelir eve ve ayakkabı diktirmek istediğini söyler. Mikail o gün tekrar gülmeye başlar ve görevini tamamladığını söyler ailesine.

Dünya’ya Tanrı tarafından cezalandırılarak geldiğini ve dünya üzerinde anlaması gereken hakikatler olduğu için görmesi gerektiğini iletir ve insan olarak yeryüzüne ulaştığını söyler. 

***

Klasik Rus edebiyatının en önemli yazarlarını düşündüğümüzde akla gelen ilk isimdir: Tolstoy. 

Ülkemizde çokça sevilen kitabıdır: İnsan Ne ile Yaşar?

Fazla kalın bir kitap değildir, Mikail ve Simon’un hikayesi ilk bölümdedir ardından 2 kısa hikaye daha vardır.  Bu kitapta da olduğu gibi realizm etkisi görülür. Dönem itibariyle sevgi, hakikat, Tanrı sevgisi, ahlak, açgözlü olmamak, merhamet etmek gibi konular önemli yer tutmaktadır. Kitabın akıcılığını sağlayan kısalığından ziyade yer yer öğütlerle dolu olmasıdır. Kitap aslında kısa öyküler yerine kısa öğretiler örneğini gösterir bize. 

Peki ama neden İnsan Ne ile Yaşar kitabını ele alıyoruz.

Kitabın yazıldığı 1885’ten günümüze 2020 yılına kadar teknoloji dışında insanoğlunun kazanımı dışında kaybettiği ne olabilir sorusu üzerine iyi bir örnek olabileceği düşünüldü. Teknoloji dışında bilim ilerlemiş olabilir, eskiye göre hesaplamalar, analizler, veriler  daha kolay ve daha iyi evet. 

Peki neleri kaybettik?

‘Sevgiyi kaybettik’

Örnek olarak Simon fakir olmasına rağmen evine tanımadığı bir yabancıyı alıyor. Düşünsenize kitap bir kurgu olmasa bugün aynısı yaşanmak istense bugün kim güvenerek evine tanımadığı yardıma muhtaç birini alır? İlk başta onun hırsız, katil, kötü biri olacağını düşünürüz ve zarar versin düzenimizi bozsun istemeyiz. Eski yıllara baktığımızda sevgide saflık en belirgin özellikti. Şimdi günümüzde en belirgin olanı birbirimize güvenmememiz gerektiğidir. Günümüze gelince insanoğlunun contasının yandığı açık bir şekilde belli olmaktadır. Bu yüzden günümüzde kaybettiğimiz çıkarsız ve saf sevginin insanın genin içerisinde bir kodken onun yıllar ilerledikçe silinip gitmesine şahit oluyoruz. Hani eskiler der ya eskiden güzeldi ve her şey çıkarsız, insanlar iyi, ilişkiler güzel, yardımseverlik vardı diye, evet gerçekten de yıllar ilerledikçe ilmek ilmek sevgi ve saf iyilik bizden tamamen uzaklaşıyor. Bizse gözyaşları içerisinde limanda ayrılan bir gemiye bakar gibi el sallayarak veda ediyoruz. Tebrikler insanoğlu ve bizi bu duruma getiren sistem.

***

Kelimeleri Hissetmeden Geçiyor Bir Ömür

Eskiye kıyaslayınca günümüzde bazı kelimelerin ağırlığı içerisinde olamıyoruz. Örneğin; ‘Emek’. 

Bunu söyleyince kelime sadece bir kelime gibi algılanıyor. Bazı kelimeleri ise harflerin bir araya gelip söyleyişte dil ve damakta çıkan sesten çok daha öte anlam diyarında olduğunu bilmemiz gerekiyor. Yukarıda da yazdığım gibi ‘Sevgi’ sadece kelimenin dışında ne anlam ifade ediyor? 

Sorunumuz aslında tam burada. Durmuyoruz ince şeyleri anlamak için. Kısa bir durup düşünmeden geçiyor bunca zaman. Sevgi deyince günün birinde yeteri kadar sevmemenin, sevgi alamamanın, sevgiyi hissedememenin bedende ve ruhta nasıl bir etkisi olduğunu biliyoruz tadıyoruz fakat durup düşününce kelimenin ruhunu aramıyoruz. Ne demek bu sevgi, emek, tutku, sabır, his…

Biliyoruz insan fiziki görünüşünden de fazlasıdır. Dünyada bir yer kaplar, maddedir, ruhtur, bedendir insan. Belki Simon’un evine ziyarete gelmiş Mikail’den farkımız yoktur. Her şey bu dünya üzerinde öğrenmemiz gereken bir cezalandırmadır. Hiç düşündünüz mü? Son dönemde koronanın özellikle ortaya çıkmasından beri dünya geçmişinden bu yana en tuhaf en acayip dönemini yaşıyor. Bu konu insanları düşündürmüyor mu, hem de nasıl! Birkaç ay önce sarılmak, öpmek, yakın durmak normalken birkaç ay sonra dünyanın en riskli durumları olmaya başlıyor. Kıyamet alametlerini okurken veya duyarken ‘Yok artık bu kadarı da olmaz canım’ derken o dönemin içine girince yaşamadan bilemiyormuş insan. İnsan öyle aciz ki yani o teknoloji, bilim bu kadar gelişmişken aylardır net bir aşıyı bile bulamıyoruz. Günümüze gelince o teknoloji hani saniyeler içerisinde yok edecekti virüsleri…  Virüs gitmiyor ama biz hala birbirimizi özlüyoruz, istiyoruz ki korkusuzca saralım, öpelim, yan yana duralım eskisi gibi. Demek ki neymiş insanın genlerindeki insanlık dürtüleri hala tam ölmemiş. Gelin bir sarılalım…

Kelimelerin ruhunu hissetmiyoruz demiştim. Özlem kelimesi içerisinde aylardır sallanıp duruyor insanlar. Hatta aylar önce dışarı çıkmayı, gezmeyi, bir parkta oturmayı özledi. Bir kelimeden daha fazlasıydı çünkü.  Kelimenin yan yana gelmiş harflerden ibaret olmadığını anlamamız için böyle derinden tatmamız mı gerekiyor. Hani ceza olmadan nakşedemiyor ya insan, bir şeyleri anlamak, anlamlandırmak için bunları anlamamız için miydi. Acaba kontrolümüzü kaybediyorken bir el durup gözle görünmeyen bir şeyi dünya üzerine bırakacağım, her şey değişecek mi demişti. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.  Belki hepimiz soğuk bir kış günü yolda yürürken kilisenin duvarında üşüyen Melek Mikail’i saf sevgiyle evine davet edip üşümesin diye paltosunu veren Simon’uz. Çıkarsız, düşüncesiz saf bir sevginin vücut bulmuş haliyizdir, kim bilebilir bunu?

Belki yıllar sonra bugünleri bir hakikati öğrenmiş gibi güleceğiz. Bazı kelimelerin anlamlarını daha derinden hissetmek için yeni serüvenlere çıkacağız. Yaşanılıp biten şeyleri bir öğreti olarak göreceğiz belki sadece sıradan bir olay, belki kader, yazgı, 13 milyonluk evrende sıradan bir kişi ve yaşadığı olay olarak uzaklara atıp bırakacağız.  Ne olursa olsun bir el bize yine bir şeyleri öğretecek. Teknoloji, bilim, binalar, ürünler ne kadar gelişmiş ve büyümüş olursa olsun insanın evrende insan olarak kalması ve insan olması dışında daha fazlası olamayacağını öğretmesi gerekiyor.

Düşündüğünde ne kadar gelişmiş olursan ol, makam mevki sahibi ol, tonlarca kitap okuyup en iyisini de bilsen, trilyonerde olsan, en iyisi benim diye böbürlenip dolaşsan da, iyi özelliklerinle hava atıp dursan da gözle göremeyeceğin katrilyonlarca küçük bir virüs eve tıkıyor, maske taktırıyor, sevdiğinden uzaklaştırıyor, kelimeleri hissettiriyor, dünya düzenini değiştiriyor.  Demek ki abartmamak da fayda var. Aciz olduğumuzu bilip ufak bir şey hayatımızdan eksilse günlerce düşüneceğimizi bilmemiz ve yine küçücük görünmeyen bir şeyin büyük etkileri olabileceğini anlamamız gerekiyor. Yine sevgiye, saygıya, iyi niyete, sadakate, yardımseverliğe sarılmamız gerektiğini anlamışızdır. 

Çünkü bunlar bizi kurtaracak.

Ancak…

Şunu sorarak bitirmek istiyorum.

Bir şeyleri anlayıp anlamlandırabilmemiz için daha kaç kez ceza çekmemiz gerekiyor?


07.09.2020

İstanbul


Yorumlar

Popüler Yayınlar