Hatırladın mı?
‘Tam o an Mehtab’ı
gördüm yanımda… Böyle şey.. geldi bişeyler söyledi sonrada uzaklaştı
yanımdan. Sonra şaşırdım baya. Dedim ki bağırdım arkasından. Duymuyor ki !
Bağırdım bağırdım duymuyor.’
dedi Mehmet.
dedi Mehmet.
Mehmet benim
en yakın arkadaşımdır. Yine bir hikayesini anlatıyordu yanımda. Onu bırakıp giden eski bir kız arkadaşı
Mehtabı. ‘Ulan neymiş be!. .adam hala unutamamış.’ diye söyleniyordum içimden. Canım ise o kadar çok sıkılıyordu ki… Bu nasıl Temmuz ayıydı böyle demek haksızlık
olurdu kendimce. Belkide her Temmuz böyleydi; sıkıcı ve sıcak. Neresinden
tutsan orası sıcaktan erimiş şekilde elinde kalacaktı sanki. Yinede akşamüzeri
güneşin batışı tatlı bir serinlik bırakıyordu bizim evin balkonuna. Haber
bültenleri güzelmiş gibi gösteriyordu bu mevsimi: Sahil kenarlarında denize
giren çocukları ve çimenliklerde piknik yapan aileleri göstermeseydi eğer belki
daha sevimsiz olurdu bu mevsim. Yinede
tüm şefkatimle karşılıyorum zamanı. Geçiyor ama nasıl geçiyor. Geçmesine geçer
ama ne kadar dolu geçiyor bu zaman. Yoksa zaman dediğiniz şey… diye
bir felsefi cümleyle devam etmeyeceğim bu satırlara. Canım sıkılıyor be cancağızım!
Yolun
kaldırımından yürüyorum. Kaldırımın çok ayak basılmayan yerlerinde ufak ufak
çiçekler açmış. Kaldırımda yürüdüğüm esnada pek basılmayan yerlere de basarak
yürüdüm. Yalnızlık kaldırımlarda.
Bir
tamamlama arzusu belkide bu. Pek basılmayan, kullanılmayan taraflarda ot
çıkıyor çiçekler açıyor.
Yinede bir
umut diyerek yeşillik orda bile yüzünü gösterebiliyor. Ne kadar ücra olursa
olsun.
Sonra bir
anne balkondan çağırıyor evladını ‘Oğlum
hadii.. eve gel!...’ diye.
Açelya
durağına yanaşıyor bir otobüs yolcu almaya. Şoför, otobüse binenlerin kartlarını basmalarına bakıyor teker teker. Uzaklaşıyor sonra duraktan.
Konteynırlardan
fırlıyor birkaç kedi, aralarında sıkı
bir kavga.
Saatime
bakıyorum sonra 6’ya 10 var.
Ah bu saatler diyorum sonra. Sonra sen
geliyorsun aklıma.
Bir sigara
daha parmaklarımın arasında izmarite dönüşüyor.
Yere atıp
ayağımın ucuyla söndürüyorum.
Uzaklaşıyorum.
Kitaplıkların
tenhasında yakalıyor sonra zaman beni.
Yazarlar ve yazdıkları yoruyor beni.
Zaman ve
yaşanılanlar, dünya ve insanlar, kalem ile kağıt belkide.
Ölene kadar
görmedikleri ilgiyi gösteriyorum eserlerine o değerli yazarların.
Gözlerim
yanıyor, yoruluyor.
Adını
sevdiğim konusunu pek sevmediğim kitaplar aklımın ucundan geçiyor. Sayfalarının
kokusunu sevdiğim kitaplar. Beni oku.. beni oku… diye bakan kitaplar.
20 yıl önce
yazılmış bir şiiri bugünün zamanıyla harmanlamak isterdim şuan.
O kitabı buluyorum
ama o kafayı bulamıyorum kendimde.
Kütüphane
sessizliği geçiyor aramızdan, fısıltılar savaş açıyor benliğimize, ayak sesleri
bölüyordu geceleri, düşüncelerime saydırıyordu düşünceler. Bir kadehlik işi var ayrılığın.
Konular
geçiyor içimden ama düşüncelerim değil yanlış anlama. Bana söylediğin ama benim
sana söyleyemediğim sözler bunlar. Bana Serenat
alıp hemen oku dedin hemen okudum.
Sonra
anlattım konuyu sana.
Kahramanın
zorluklarına üzüldük satırlar boyu. Kapattın kapağını kitabın.
İnsanlar
sıralanıyordu yine durakta. İçlerinde iğrenç bi his. Şoföre sövüyorlar.
Hava soğuk da olabilir.
Lanetler
dünyaya, nefret tüm şehre.
Kulaklığın
kulağında.
Sabah 8.37
Seni çok
özledim.
Yorumlar
Yorum Gönder
ne düşünüyorsun?