Kalıpsız Zamanlar


-Di  ile geçti zaman.

Sıfatlarla anlam bulmuş, ünlemlerle heyecan katılmış hayatlar… Kış vakti sıcak yer bulma telaşı içerisindeki hızlı adımlar, kahvehanelerdeki ülkeyi kurtarma senaryoları, umutsuz mahallelerin umut dağıtmaktan bıkmış piyango satıcıları, her arandığında meşgule atılan çağrılar, aynı üzgün şarkılar aynı üzgün adamlar ve aynı üzgün hikayeleri.  Aslında o kadar yoksun ki, kayıp ilanı çıkaracak bile kimsen yok. Sigara üstüne sigara yakılan bir ömür. Uykusunun tadını alamayan sabahçıları, şakaları güldürmeyen komedyenleri, sulu şakalar kadar kuru bir dünya. ‘’Ne bekleyebilirsin ki?’ dediğin anlardan ibaret  senin ‘’Hayat’’ dediğin. Edebiyatı para etmeyen edebiyatçıları ve de en kötüsü şiirlerin bile tadı yok işte. İçtiğin suyu geçtim çeşmelerden hüzün akıyor her sabah vaktinde. Üretmeyen üreticiler, sövülmeyi hak eden durumlar, öfkesinden deliye dönenler, döne döne en başa varanlar. Makinaların parçaları: ….tak-tak-tak-tak-tuk-tuk-tuk-tuk gibi gibi işte…  İnsanların öten parçaları konuştukları, yakarışları, gülüşleri filan belkide. Belkide birkaç söz söylemeyi üstüne hak ediyor son zamanlarda yaşadıklarımız. Notasını kaybetmiş müzisyenler, alet takımı olmayan ustalar, kepçesi bıçağı olmayan aşçıları, fırçası olmayan boyacıları…  Aç karna şiir gitmeyen haller dışında öneriniz nedir? Sulu sepkense gündem, şarkılarda olur işte pespaye.  Oyunculuklar alkışlanmıyor, bulutsuz yağmurlar yağıyor, memnuniyetsizliklerde samimiyet aranıyor sonra. Arkası yarınların tadı kalmadıysa büyük ekranından izlersin Pokemonu. Kalemin kırıldıysa yada bu durum karşısında tabletten çizersin  gökyüzünü bağıra bağıra. Her şaka komik olmuyor bazen işin en kötüsü esprini de açıklatıyor bazı anlar; yani anlam veremediğim durumlar.  Eski sanatçıların eskiden kalmış olması ve yenilerin pek de sanatçı olmaması. Eskinin sanki daha güzel olup da yeninin anlamsızlaşması. Anlam dediğimiz şey belkide anlam verebildiğimiz ölçüde anlamlıdır he?
Metruk binaların metruk insanlarının metruk yaşantıları… sosyalleşemediğimiz sosyalleşmelerimiz, bilip bilmediklerimizi bilip biliyormuş gibi lanse edişimiz. Ah biz!
Kalem oynatmaktan bıkmış şairler, öğrenmek istemeyen öğrenciler, yürümekten yorulmuş postacılar, ötmekten bıkmış kuşlar…  Kalem ile sayfa arasına sıkışmış düşünceler, inatla yürüyen adımlar, sözlerden dökülen düşünceler, karanlıktaki parlaklıklar, çıtırdayan ağaç dalları, sinmiş yorgunluk, sıradan miskinlik, tek satırlık cümleler, kahve ve yeni bir kitap kokusu…


-Miş ile bitti bu hikaye.

Yorumlar

Popüler Yayınlar