Git, Kendini Çok Sevdirmeden
Git, kendini
çok sevdirmeden.
Aslında bir
kitabın ismidir: Tuna Kiremitçi’den gelmektedir yani.
Aslında bir
sevgiliye söylenmiştir bu söz.
Sevgiliye
söylenmese bile gidenin ardından söylenebilecek okkalı bir cümledir.
Hani gidenin
ardından şöyle nokta atışı bir söz, bir şiir, bir şarkı bırakmak istersin ya
işte tam öyle.
Benim konum
bir insan değil, bir mevsim geçişi ve bir mevsimin geçişi insanda ne kadar
hüzün tortusu bırakıyorsa bende işte öyle bir şeyler karalamak istedim.
Geçtiğimiz
günlerde Google’da gördüm sonbahar ekinoksu için doodle yapılmış.
Vay be dedim.
Şaka maka
yaz hakikaten bitiyor yerini yeni bir geçişe bırakıyor.
Artık yazdan
kalma konular tarihe karışıyor ve yerine yeni alışkanlıklarla karışık bir şey
geliyor: Sonbahar.
Sonbahar
ekinoksu geliyor… Güneş ışınları artık yeter demiş, biraz da diğer yarım küreyi
ısıtayım sizde biraz soğuyun, sıkı giyinin, sıcak günleri özleyin ve özleyin ki
değerini bilin demiş sanki.
Nasıl bir
çelişki değil mi?
Elindeyken
değerini bilmezsin elinden gidince de özlersin, istersin, arzularsın.
Belkide biz
insanların ömrü tamamen bu sistemde geçip gidiyormuş gibi hissediyorum.
Elindeyken kıymetini bilmiyor, insanoğlu nankör gibi. Oysa ki insan tüm evrende
en akıllı yaratık diye biliyorduk belki akıllı olunca, aklıyla dünyayı
yakalamayı çalıştığında daha az kötü özelliği varmış gibi sanıyoruz. Ama öyle
değil işte, nankörüz; varken bilmeyiz yokken isteriz.
Al işte yaz
bitti.
Gitti
güneşin gün ile dans ettiği saatler.
Geldi soğuğun
sokulgan yılışık rüzgarları.
Artık
toplanıyor kumsallarda şezlonglar
Öksüz yurtlar
gibi yerinden
Geliyor sıcak
bir bardakta dumanı tüten kahve.
Sıkışacak
yer arayacağız kuytu bir köşeye.
Hiç yayılmamış
gibi sanki serinlikte.
Şimdi sonbahar
gelirken konunun başlığını seçtiğim cümlenin çok denk düşeceğini düşündüm.
Yazın bitişi de aslında bir sevgiliden ayrılmakla aynı şey. İstemeden ve henüz hazır değilken gelen bir ayrılık konuşması gibi. Soğuk bir ayrılık soğuk bir mevsimi de yanında getirir. İşte sonbahar böyle.
Yazın bitişi de aslında bir sevgiliden ayrılmakla aynı şey. İstemeden ve henüz hazır değilken gelen bir ayrılık konuşması gibi. Soğuk bir ayrılık soğuk bir mevsimi de yanında getirir. İşte sonbahar böyle.
Gitsin ki,
çok özlemeyeyim diyorum. Çok ısıtma, hiç soğumayacak hep sıcak olacakmış gibi
Eylül’de bile mükemmel olmasın diyorum. Özleriz, neticede insan özlemeyi seven
bir yaradılışa sahip.
Her şeyi
özleriz. Neyi özlemedik ki? Neyi istemedik ki? İnsanın koca bir gül tarlası
olsa, hatta koca bir kıtada koca bir gül tarlası olsa ve içinde tek bir gül
solmuş olsa onu kafaya takar. Çünkü böyledir; ne eksikse tamamlamak ister
insan. Koca bir tarlayı, kırmızılığı, kırmızının ahenkle raks ettiği manzarayı
görmezden gelir, gözleri o solmuş gülü arar ta öbür kıtadan bile.
Yaz bitip
sonbahar gelirken de, güneşi özler, umursamazca sokaklarda gezdiği anları özler
insan. Sahili özler, cıvıltıyı arar gözler, sesleri gülüşmeleri arar ama
bulamaz. Rüzgarı duyar, ıslık gibi çalar kulaklarında. Boşlukları dolar
kaşkolda, hırkada ve belki bir kazakta. Kısa kollular raflara kalkarken özler, uzun
bir süre göremeyeceği için. Şarkılar gider şarkılar gelir soğuktan ve hüzünden
yapılma. Kulakları bunu da duyar; yavaş bir ritimdeki hüzünlü melodiyi. İnadına
sarılır kalemler dizelere ve sanki yaz aşkını uğurlar sözleriyle. Kim bilir mısralar bir adam daha yaratır; Süreya olur,
İlhan olur, Hikmet Ran gibi olur dizeler. Yazdıklarını bulup onlar gibi yazmaya
çalışmaktır işte biraz da sonbahar.
Yeşil yapraklarını gördüğün o koca ağacın sararmış yapraklarının yere serilişini ve rüzgarda dağılıp gittiklerine hüzünlenirsin, yazarsın ve yaslanırsın üç beş hüzünlü dizeye. Böyledir, içerlenir yazarsın. Canın acır, içer yazarsın. Canın sıkılır yazarsın, Terk etmiştir yazarsın. Düz konuşsan konuştuğundan fazlasını dökeceğinden korktuğun için şiire başvurur yazarsın. Sözcükler ahenkle uçuşsun istersin yazarsın. Kaçmak istersin yazarsın. O oradadır seni özlemiştir yazarsın. O oradadır gidemezsin yanına yazarsın. O ne haldedir bilemezsin yazarsın. Aklındadır, yazarsın. Unutamazsın yazarsın. Unutmuştur, yazarsın. Olmayacaktır, yazarsın. Kaybedersin, yazarsın. Kazanamamışsındır, yazarsın.
Göremeyeceksindir, yazarsın. Son kez görmüşsündür, yazarsın.
Yeşil yapraklarını gördüğün o koca ağacın sararmış yapraklarının yere serilişini ve rüzgarda dağılıp gittiklerine hüzünlenirsin, yazarsın ve yaslanırsın üç beş hüzünlü dizeye. Böyledir, içerlenir yazarsın. Canın acır, içer yazarsın. Canın sıkılır yazarsın, Terk etmiştir yazarsın. Düz konuşsan konuştuğundan fazlasını dökeceğinden korktuğun için şiire başvurur yazarsın. Sözcükler ahenkle uçuşsun istersin yazarsın. Kaçmak istersin yazarsın. O oradadır seni özlemiştir yazarsın. O oradadır gidemezsin yanına yazarsın. O ne haldedir bilemezsin yazarsın. Aklındadır, yazarsın. Unutamazsın yazarsın. Unutmuştur, yazarsın. Olmayacaktır, yazarsın. Kaybedersin, yazarsın. Kazanamamışsındır, yazarsın.
Göremeyeceksindir, yazarsın. Son kez görmüşsündür, yazarsın.
Yani yazacak
çok sebep var…
Mevsim bile
sebep olabilir yazmaya.
Geçiş bile
hüzündür hikayeye.
Dedim ya ‘Git,
kendini çok sevdirmeden…’
Yorumlar
Yorum Gönder
ne düşünüyorsun?