Bittiğini Sandığımız Masallar






Bundan tam 5 yıl önce yazdığım bir yazıda şöyle demiştim;

‘’Zamanı geldiğinde tüm masallar mutlu sona bağlanır. Kahramanlar acısına değecek bir ödülle noktalar masalları.

Ya da biz öyle zannediyoruz. Belkide kahramanlar masalına devam ediyordur bilmediğimiz bir zaman aralığında. Anlatıcının anlattıklarıyla sınırlamışızdır kendimizi. Anlatıcının açtığı küçük pencerede görüyoruzdur sadece, kim bilir?’’


Masalların devamını hiçbirimiz bilmiyoruz ama çıkarımlarda bulunma konusunda ustayız. 5 yıl önce olduğu gibi 5 yıl sonra da masalların nasıl bittiğiyle değil de nasıl devam ettiğiyle ilgilenmeyi daha çok seviyorum. Çünkü orada denge işi söz konusu; bisikleti sürmekle aynı şeydir. Pedalları çevirmedikçe sonucunun devrilmek olduğunu çok iyi biliyoruz. Hayatta da çoğu kez pedalları çevirmeyi unuttuğumuz anlar olmuyor değil. Kara bulutların toplandığı, sıkıcı kış günlerinde içimizi kemiren şeylerin sonucu merak ederken aslında pedalları çevirmediğimiz çoğu an… Masallarda da hep bize şehrin kurtarılmış, düşmanların yenilgiye uğratıldığı, iyilerin kazandığı, her şeyin huzura kavuştuğu ve her şeyin bittiği anlatılır. Katiyen yalan! Kahraman güzel kadını kollarının arasına aldıktan sonra asıl mesele başlar onun için. Kadın, kahramandan güzel sözler duymayı, ruhunu okşayacak dokunuşlar yapmasını veya ev işlerine yardım etmesini isteyebilir. Belki günün birinde sarıya boyattığı saçlarının ona çok yakıştığını ve fark edilmesini isteyebilir. Eğer kahramanımız bu ufak ayrıntıyı fark edemeyecek olursa tatlı bir atışma o an patlak verebilir. Bunlar masalın bittikten sonra anlatılmayan taraflarıdır, ben size söyleyeyim.


Masalların en güzel tarafı anlatıcısının konuyu bitirmesinden sonra başladığını düşünenlerdenim. Orada biraz beyinler hayal gücüne tutunur, biraz devamını görme arzusuna kapılır. Mesela kendi hayatlarımızı örnek alalım. Soğuk bir ayrılık konuşmasından sonra her kahraman, prensesin sonraki zamanında ne yaptığını, nereye gittiğini, ne dinlediğini, ne konuştuğunu merak eder. Oysaki her kahramanın atladığı şey ise mutluluğun da hüzünden yapılma kardeş bir duygu olduğudur. Nasıl ki bir kahramanın kaybettiği savaş hüzün tortusu bırakıyorsa kılıcında, bir aşkın da damardan giren soğuk bir serum gibi kıpırtı yarattığını gönlünde bilir; çünkü her erkek bilir ki hayatını hem iyileştiren bir şey hem de dengesini dağıtan bir şeyin olduğunu tadarak hisseder. Bize anlatılan masallarda tüm savaşları kazandıktan sonra sonu bilinmeyen bir sonsuz evren açılır. Bu şunun gibi; okulu bitirince, askerliği bitirince, iyi bir işe başlayınca, iyi bir terfi alınca, iyi bir ortama girince, iyi bir araba alınca, mükemmel kadını bulunca yada erkeği, konforlu evi alınca her bölümün sonunda her şeyin tamam olacağına inanırız. Aslında bize izletilen sonunu bir türlü bilemediğimiz pembe dizidir.


Hayat denen masalımızda son denen bir şey yoktur. Elimize tutuşturulmuş Matruşka bebeği vardır. Bu sefer bitti sandığımızda aslında yeni bir ufka doğru açılan bir rota olduğunu keşfederiz. Zorluklar karşısında dümenimizi sağa sola kırıp buz dağlarına çarpmamaya çalışırız. Çünkü bu hayatın gemisi de biziz kaptanı da. Ve hayat devam ettikçe bu serüven devam edecek.


Biz aslında her güne uyandığımızda penceremizin camından içeri sızan toy bir ilkbahar sabahının tatlı güneşiyle yeni günlere uyanmak istiyoruz. Kışın gri bulutlu, kasvetli, çatık kaşlı, donuk yüzlü günlerine uyanmak istemiyoruz. Dengemiz şaşar üstelik kapalı bir havaya neşeyle uyanan biri gördüğümüzde. Ruhumuza terstir çünkü böyle günlere uyanmak. İsteriz ki, sevdiğimizden güzel bir ‘Günaydın’ mesajıyla, sabah rüyamızı hafif kıpırdatacak bir bildirim sesiyle uyanmak, o mesajı görünce hafif bir kalp çarpıntısı, yüzde tebessüm, ruhu okşayan bir şeyler görmek isteriz. Belki kapalı havalarda yaratamadığımız enstantane budur ve mutsuz bir poz veriyoruzdur güne kim bilebilir?


Biz masalların sonuna baktığımızda her şey yerli yerindedir. Oysaki kadınlar yeni bir masala çıkmayı severler kahramanlarıyla. Kadın için biten, bitmiş, son diye bir masal yoktur. Kadın için tamamlanmış bir aşk yoktur aslında, masalın gelişme noktasındaki ufak ayrıntıları ve duygulara dokunan noktalarını gündeme getirmeyi sever. İster ki, kahraman bir şehri daha fethetsin onun uğruna; yakıp yıkılsın ister keşfedilmemiş bir şehri. Sorular sorar cevabını çok iyi bildiği. Dokunuşlar ister kazanmayı istediği savaşlardan. Kahraman, kılıcını saplarken çift başlı devasa bir ejdere, ateş püsküren bir volkanın ucunda, uyumazken onun için tüm gece, orduları yönetirken, kralları tahtından ederken şunu ister: onun gözlerine yenilmeyi. Bunun içindir ki, her erkek kaybeder kadınların karşısında. Hiçbir erkek yoktur masalları mutlu sonla noktalayabilmiş. Herkesin bitiremediği bir masalı vardır prensesiyle huzura koşabildiği. Erkek masalların mutlu sonla biteceğini sanarken kadın masalları başlatan da kendisidir, bitiren de ancak onun için bitebilecek hiçbir masal yoktur. Erkek sadece bittiğini sanar, oysa ki hiçbir masal kadın istemedikçe bitmez yada başlamaz. Kahramanımız çölleri aşıp gelse de kırk gün kırk gece içinden çıkıp, geçilmez denilen ormanlardan geçip gelse de, yerin yedi kat arşına girip çıksa da, atmosferin katmanlarından kat be kat uzağa da çıkıp gelse de bir gün kadının onun şehrini terk edip gidebileceği ihtimalini de göz önünde bulundurur başucunda. Bu yüzden hep belirsizdir aslında her masal.

John Lennon şöyle demiş; ‘’Hayat, siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.’’  Masalımızın nasıl gelişeceği, nasıl sonlanacağıyla ilgili hesaplarla geçerken hayat aslında bu düşüncelerin planlarıyla biter bunca zaman. Sorularla cevaplarla geçer zaman. Ürkek acemiliklerle, olgun deneyimlerle geçer. Sandıklarımızla, endişelerle, bahanelerle, özlemeyle, çalışmayla, sevinçlerle, ilklerle, sonlarla geçer. İşten çıkıp yorgun adımlarla dönerken evine. İlk buluşmanın planını yaparken kafanda. Yeni bir seyahate çıkarken merakınla. Sonların getirdiği yıkımlarla. Dökülmüş yapraklarıyla sonbaharın. Ilık bir esintisiyle denizin. Özlemiyle tüm sıkı sarılmaların. Yüzleşmeleriyle gerçek kucaklaşmaların. Son yudumuyla bir kadehin. Sönmüş izmaritiyle efkarın.


5 yıl geçmiş ama hala tam bir cevabı yok masalların, soruların, merakın.
Belki akışı böyledir hayatın, geçer bunca zaman eski bir soruyu tekrar hatırlatarak.
Dün öyle dediysem bugün tekrar konuşmak için.
Anlaşılması için,
Anlamak için,
Anlamlandırmak içindi bunca zaman.
Kim bilir belki cevabını bulmuşumdur.
Ne dersin?


Yorumlar

Popüler Yayınlar