Pazartesi Gel Başla
Bu yazı da ilk olarak Ocak ayında yazdığım yazının oluşturulduğu
yerden; evimdeyim ve kanepe üzerinde
oturuyorum, laptop dizimin üzerinde ve yine kalkıştığım işler var…
Hadi hayırlısı J
Pazartesi Gel Başla!
Şuan beni tanımlayan en iyi söz bu işte…
Alışmışızdır
bu söze.
Evin en
küçüğüsündür ve aklın ermeye başladığı yaşlara geldiğinde aile artık seni bi
işe sokar.
Gidip
gelirsin. Paranın kokusunu bile almamışsındır.
Küçük
ellerin küçük ayakların yetemez koca dünyaya!
Ezildikçe
ezilmeye başlarsın taa o zamanlarda.
İş ağırdır,
kimse seni anlamaz, kaçışın yok falan filan.
Dünyanın en
kirli şeyiyle o zaman tanışırsın: ‘Para’
İğrenç
parayla tanışırsın işte. Yıllar ilerledikçe seni etkisi altına alır.
Ve yıllarca
ona mahkum olarak yaşarsın.
İnsanların
değiştiğini düşünürsün ama paranın seni değiştirdiğini düşünemezsin bile.
Gecikmiş Dostluk
Bu dostluk
yazılarla ve kitaplarla oldu.
Küçükken
kitap okumayı hiç sevemezdim ve okumadığım içinde babam elime zorla bir
ansiklopedi tutuşturup okumamı isterdi. Sıkılırdım. Okuyormuş gibi yapardım
genelde.
Tuğla gibi
kitaplara saygım yoktu o yüzden.
Tuğla gibi
kitapların beni ben yapan bir parça olduğunu geç anladım.
Birini
çeksem yıkılacaktım sanki,
Şimdi önünde
tişörütümü iliklemeye çalışıyorum ama yapamıyorum.
Bitirdiğim
kitapları üst üste yığarak aklımın Nirvana’sına çıkacaktım sanki.
Bir Nirvana
olmasa da başımı sokacak bir evim olmasını istiyorum.
Yabani Otlar
Yabani otlar her zaman bahçede yetişmiyor, insanın aklında da yetişiyormuş bunu fark ettim.
Ne zaman
aklında dolaşmaya başlasa fikirler, tetikleyici bir şeyler olmalı ki sen de
yazasın.
Ama bu
tetikleyici gücü bulamadığın zaman kendinde zorlanıyorsun haliyle.
Hevesli bir
şekilde takip ettiğim yazarların yazılarında o tetikleyici gücün ne olduğunu
bilmek isterdim, o güçle tanışmak isterdim açıkçası.
Aklında bir
fikir var, evet ama bunu dışarı atamıyorsun, fikir fırlatma denen şey var ve bu
olmuyor ve bu durumda koyar insana. Yazmak, zaten başlı başına düşüncelerin
harflerle birleşme halidir.
Bu birleşme
gerçekleşmedikçe içinde rahat etmiyor.
Hedefi
12’den vurduğunu düşündüğün o an’ı
kaçırma bence.
Ve
İkinci bölüm
gibi ayırmak gerek burayı. Yabani otlar dediğim şey insanın aklında yeşeren,
olumsuz sayılabilecek bir durum. Yabani otlar kabus gibi içine alıyor ve yazma
gücünü kuşattığını düşünüyorum.
Ve ile
ayırdığım kısım ise yazı yazmaya uzak kalmakla ilgili izlenimlerimi aktaracağım
bölüm olsun.
Bu durumu
ise dargınlığa benzetiyorum. Şiirlerde rastladığımız benzetmelere yakın
olabilir tariflerim.
Birbirini
çok seven iki arkadaşın dargınlığına benziyor yada birbirine derin tutkuyla
bağlanmış sevgililerin aralarındaki
aşkın az da olsa zayıflamasıyla oluşan soğukluğa benziyor.
Yazmak var
aklının derinliklerinde ama o isteği çıkaracak güç çıkamıyor derin sularda.
Yazma
isteğinin çıkacağı yerde ise dalgalar var ise bu istek biraz daha güçleşiyor.
O gün ki sıradan
işlerde yazmamaya itebiliyor insanı.
Öğrenciyseniz
ve kendinize ve sorumlu olduğunuz görevlere karşı mecburiyet halindeyseniz,
diğer sorumluluklarınız ağır basmaya başlıyorsa bazen yazmak ikinci plana
atılabiliyor.
Tıpkı benim
yaptığım gibi.
Tabi ki
bunlar gerçek mazeret sayılamaz. Çünkü insan bir işi boşladığı zaman, gücü
yetmediği zaman, sevmediği zaman ondan uzaklaşmak için adeta bahane makinesine
dönüşebiliyor.
Bahane
yerine çözüm üretme fikri de sürekli aklımızda duran bir nazarlık olsa keşke diye
içinden geçiriyor insan.
Bahane
üretmek kolay ama çözüm üretmek herkesin harcı olmuyor bazen.
Düşünsenize…
Ben kendi
adıma bahaneler üretiyorum,
O gözümüzde büyüttüğümüz tüm diğer başarılı
kişilerde bahane üretmiyor mu sizce?
Bahane
üretmek herkesin yapabileceği şey demek istemiyorum.
Ama insanın
doğasında da olan şeyi tekrarlıyorum.
Kaybımız bu
belkide…
Sizce?
**
Belki yeni
başladım yazı işine ama şunu da öğrendim: ‘İşlemeyen
demir pas tutar’ ya da siz nasıl tarif ediyorsanız. Bir şeylere uzak
kalındığında gerçekten yeni adımı atacak güç bulunamıyor ve dışlanmış gibi
hissedebiliyor insan kendini. Kapının öte tarafında duran olmak değilde içinde,
başrolde olmayı herkes ister. En azından çorbada tuzu olan taraf olmayı bile
isterim.
Pası
giderecek şey yine paslanan yerde başlıyor. Hatanın çözümü yine hatanın
içindedir yani.
Yazmaktan
uzaklaştıran şeyleri tespit ettikten sonra çözüm yolları birer birer oluşmaya
başlıyor.
Çok okumak,
çok gezmek, çok yerde bulunmak… ve hatta
çok düşünmek, çok susmak… bence yazmanın en verimli araçları olduğunu
düşünüyorum.
İlham perisi
veya itici şey en boş anında değil ama güzel bir anda yazı yazdırmak için
tetikliyor.
‘Hadi şunu yaz… aaa bu da güzel konuymuş… bunu yazmam lazım….’ gibi cümleleri duyurmaya başlıyor içinden.
Ne diyeyim
her şey gönlümce olur umarım…
Pazartesi Gel Başla mı?
Vee artık
burada son noktayı koymak lazım. Pazartesi gel başla artık slogan gibi olmuş
sanırım. Ama öyle yüksek sesli, herkesin coşkuyla bağırdığı bi slogan değil bu:
İç Slogan.
Kısık sesle
ve herkesin bildiği bir slogan: Pazartesi
Gel Başla!
Özellikle iş
hayatında olan kimselerin küçük yaşlarda çok sık duyduğu bu cümle aslında
birazda hasretle beklenen bi söz, işsiz kalan kimselerin belkide hasretle
beklediği bi söz.
Ama benim
durumum onlardan biraz daha uzak, bende sürekli iş bekleyen bir öğrenciyim ama
bu seferki durum biraz daha farklı.
Yazı yazmaya
ara verdim ve tekrar başlama ihtiyacı oluştu birdenbire. Derinliklerimde bir
yerlerde bu söz duyulmaya başladı bende:
‘Pazartesi Gel Başla’
Ne patronum,
ne yardımcım, ne işletmem… hiçbir şeyim yok bu yazıları yazarken ama sanki
bunların tümü varmış gibi bir hava var. Bu hava içimden geliyor, bu söz derinliklerime
işlemiş.
Gerçi bugün
Pazartesi bile değil ama öyleymiş gibi bir hava var yine.
Pazartesi
kimilerine göre ‘Pazartesi Sendromu’
şeklinde tanımlanıyor ama bazılarına ise ‘Pazartesi
Gel Başla’ şeklinde tanımlanan bir olgu haline geliyor. Yani her iki
durumda da Pazartesi günü işle-güçle anılan birgün olmuş oluyor.
Bu yüzden
insanın içine işleyen şeyler, hayatına yön veren ne varsa birgün karşısına
tekrar çıkıyormuş, birgün karşısına çıkıp tekrar yön veriyormuş…
Herkese ve
her şeye tekrardan merhaba…
J
Yorumlar
Yorum Gönder
ne düşünüyorsun?