Tek Kullanımlık Bir Bilet
Bazı
aşklar vardır. Bir insana benzetebilirsiniz onu. Önce doğar gelişir ve zamanı
gelince ölür.
Önce
‘Merhaba’ ile başlar, tanımayla devam eder, tanışmalar çoğaldıkça bilmediğim ne
çok şey varmış dersin. Öğrendikçe anlarsın, anladıkça çözümlemeler, düğümler,
körelmeler başlar.
Zaman
girer, şarkılar girer, şiirler girer araya. Araya girmemesi gerekenler kara bir
yılan gibi sokulur.
Sözler,
çekişmeler, bahaneler, inatlar, gecikmeler…
İki
kalbin veya iki aklın arasına 3. bir şey dahil oldu mu film başlıyor demektir.
Ve bu filmi yanınıza patlamış mısır, içecek, az ses çıkaran tatlı atıştırmalıklar
alarak sonra rahat bir kanepeye oturarak beraber izleyebilirsiniz. Genelde bu
filmden umut bekleyenler yani mutlu sona bağlanmasını bekleyenler çok seven
taraf oluyor. Son olarak elinde mendille salya sümük bir şekilde filmin
bitişini izliyor.
Böyle diyordu kapağını kapattığım kitap. 55. sayfanın ikinci paragrafı içimize
işliyordu adeta. İlişkileri yarım yamalak yaşamak konusunda ustalaşmışız biz. Ustalaşmamızdan
dem vuruyordu tüm düşünceler.
Kurallar kitabı da yok bunun.
Varsayımlarla ilerliyordu her düşünce.
Yarım yamalak kadınların dağılmaya hazır
erkekleri virane şehir haline getirdikleri gibi söyleniyordu çalan tüm
şarkılar. Nadiren de olsa deniz kıyısına vuran, o içinde yazılı kağıt parçası
olan boş şarap şişeleri gibi merak uyandırıyordu tüm bitişler. Tek kullanımlık
bir bilet gibi ya da… tekrarı olmayacak
gösterimlerin birer giriş izni gibiydi ilişkiler. Cenaze töreni gibiydi biten
ilişkiler; gidenin tekrar dönmeyeceği, arkasından nemli gözlerle hatırlanan,
güzel anıların içinde olduğu sade ve hüzünlü bir tören.
Tek gidişlik bir bilet ya da… vakti geldiğinde eşyaları toplanan bir gidiş.
Valizler hazırlanır, hediyeler alınır, son kontroller yapılır ve ‘Tamam’.
Şehirler arası otobüs yolculuğu gibi bir
aşk ya da ülkeler arası bir sevdanın kilometre taşları.
Diplomatik ilişkiye girmişçesine bir
mesafe var her aşkta. Arada ve ya yanında, ne fark eder ki.
Hayatın ve otobüs yolcuğunun en güzel yanı
yanındaki koltuğun boş olmasıdır. Geldiğinde yanındaki yoktur, zaman doldurur
yanındaki boşluğu. Sonra… sonra.. sonra…
zamanı gelen gider.
‘Merhaba’ ile başlayan… ‘Allah belanı versin!’… le biten ünlem dolu cümleler klişeyse?
Rolüne hazırlanmaya çalışan genç ve yetenekli bir tiyatro oyuncusu gibiyim
be sevgilim. Hep aynı yerde aynı repliğimi unutuyorum. Büyük bir sahnede
buluyorum sonra kendimi. Seyirciler bunun bir numara olduğunu zannediyor ama
ben hep aynı yerde aynı cümleyi unutuyorum. Saçmalıyorum anlayacağın. Ve bu
rezilliğime, beceriksizliğime para ödüyorlar her seferinde. Kendi kendimin
mizahı olmak daha komikmiş, sen giderken anladım.
Aynı yerde aynı şeyleri saçmalıyorum.
Aynı yerlerde doğaçlama devam ediyorum biliyor musun?
Unuttuğum, takıldığım yerlerde içimden geldiği gibi oynuyorum.
Gidişinin en acı sahnesinde normal adamı oynamaya çalışıyordum biliyor
musun? Acı ve bir o kadar komikti yani. Seyirciler yine anlamadı, anlamasın
benim rolüm kendime, benim ödülüm bana.
Doğaçlama oynadım bu oyunu ama aşka kapılarını kapatanlar gibi kapıyı
tıklatan olsa bile açmadım.
Psikolog olsam ‘Peki siz kendinizi
kime götürüyorsunuz?’ sorusunun sorulmasını duymak istemezdim.
Hem delisi hem de akıllısıyım ben bu hayatın be sevgilim.
Sen gelirken mevsim bahardı, şimdi lapa lapa yağan karların mevsimi.
Aynı yerde aynı repliği unutuyorum. Kimileri lanet okuyup gidiyor bu halime
kimileri merak edip bekliyorlar. Merak edenleri aşk zannediyorum kendi
oyunumda, sıkılıp gidenleri fazla cesur.
Aslında herkes korkak sevgilim. Herkes kendi sahnesinde kendi oyununda
korkak rolünü çok güzel oynuyor. Sende öyleydin korkaktın. Filmin sonunu göremeyecek kadar, yolun sonunu
merak edemeyecek kadar, ödevini tamamlayamayan öğrenci kadar, karanlık sokaktan
yürüyemeyecek kadar, yasaklar kadar, kurallar kadar… ‘Korkaktın’.
Rolünün hakkını verdin be!
Savaşlardan sonra enkaz kalır, büyük kutlamalardan sonra dağınıklık kalır,
senin gidişinden sonra geriye ben kaldım sevgilim. Ve bu repliğini unutan
oyuncu kendine rol yapmaya devam ediyor.
Bilet alanlar merakından geliyor, almayanlar bu rezilliği biliyor. Biliyor
musun?
Diğer oyuncular gözlerimin içine bakıyor, sahne kostümleri üzerinde, bir
veda sahnesindeyiz o an.
Seyircilerin dikkatleri üzerimizde, ışıkçılar hazır tetikte. .
Kadın ‘Ben gidiyorum…’ diyor ve çantasını alıp uzaklaşıyor…
Unuttuğum replik geliyor sonra aklıma, şimdi hatırlıyorum.
‘Gitme dur, kal!’ demem gerekiyor ama demiyorum, diyemiyorum.
‘Hoşça kal!’ diyebiliyorum sadece…
Ve kadın kapıyı kapatıp çıkıyor odadan.
Sahne bitiyor, ışıklar sönüyor, perdeler kapanıyor.
Seyirciler oturdukları yerden bu rezilliği alkışlıyorlar.
Kıyamet gibi bir alkış sesi
kulaklarıma doluyor perdenin ardında.
İçimden söylüyorum sonra kendi repliğimi yeniden… yeniden… yeniden…
Hoşça kal sevgilim.
Yorumlar
Yorum Gönder
ne düşünüyorsun?