Bütün Büyük Buluşmalar Gibi


Yağmurun sesine uyandım.
Pencerenin aralık kalan yerinden üşüdüğümü hissettim bir an, perde rüzgarla sallanıyordu, fark ettim.
Zor oldu yattığım yerden kalkmam öncelikle. Güç bela doğrulmaya çalıştım, ayağa kalktım ve biraz bekledikten sonra pencereye doğru yöneldim ve kapattım. Şimdi biraz daha iyiydim belkide ben öyle hissediyordum. Öyle hissetmek istediğim içindi belkide, bilemiyorum.
Dışarıda yağmur çiselemeye devam ediyordu.
Bu mevsimde böyle; Nisan ayında hava yarı sıcak yarı serindir çünkü. Bazen mevsim bile ne yapacağını şaşırtıyor. İnsanların bile şaşırtmasına şaşırmıyordum doğrusu.

Dışarı çıktım.
Şimdi yağmur biraz daha azalmıştı, bitmişte olabilirdi emin değilim. İnsanlar dışarıda işlerine devam ettiğini fark ettim tam bu arada; müşteri bekleyen taksiciler, alışverişe çıkan aileler ve ellerinde market torbaları, hızlı adımlarla ilerleyen jilet gibi giyimli adamlar, okuldan dönen genç kızlar, mahalle aralarında oyununu oynayan çocuklar…

Sahile doğru yürüdüm.
Denizi seviyorum, dalgaların hışırtısı, denizin kokusu, rengi… seviyorum kısacası.
Sahilin tam karşısında duran boş bir banka oturdum önce. Denizi seyrettiğimi hatırlıyorum bir süre boyunca. Nisan ayının yarı serinliği tatlı bir dokunuş gibi hissediliyordu. Sanki arkamdan biri yetişecek, omzuma dokunacak ve sıcak bir gülümsemeyle konuşacaktı benimle. Böyle anlarda aklınıza değerli gördüğünüz kişileri düşünerek başlayabilirsiniz. Ya da güzel şiirleriyle hatırlanan şairlerin birkaç dizesini hatırlayabilirsiniz, orası size kalmış.
Bir vapuru sezdim önce. Dumanı üzerinde ve sesi de duyuluyordu. İçinde insanlar, insanların içinde umutlar vardı. Yine bir iskeleye yanaşacak ve yine dönüş rotasını takip edecekti ve yine vapura son anda yetişenler olacaktı aceleci bir durumla.

Bir elin omzuma dokunduğunu fark ettim. Az önce aklımdan geçen düşüncelerin gerçeğe bu kadar yakın olması şaşırtmıştı. Bir el dokunda omzuma ve biraz sıktı. Samimiydi. O eli ve o eli uzatan kişiyi görmek için başımı çevirdim. Onu gördüm. O.  Gülümsüyordu hakikaten.
Gülümsemesi belkide maskeden ibaretti. Her savaşta kılıcı ve kalkanıyla kendini savunan bir asker gibiydi o, o bir yaşama tavrıydı. Gülümsemek, ve ona yakışıyordu da.


-           Merhabaa, napıyosun çok beklettim mi?
-           Bekletmek? Hmm.. Bir dakika da olabilir bir ömürde olabilir.
-           Ahh..  canım. Yine şu cümleler…  Tamam haklısın.
-           Bilemiyorum…  neyse hoş geldin.
-           Hoşbulduk… 


Yüzündeki gülümseme kadar gülümsemenin içindeki gerginliğini de seziyordum. Böyledir insanlar, söz evet dese bile, yüz bas bas bağırarak hayır diyebiliyordu. Yinede inanmış oldum. Onu inanıyordum. Sevilmeye değer her kadında olduğu gibi sevilmeye değer buluyordum onu ve öylede yaptım, bi güzel sevdim. Çok beklemeden yanıma oturdu ve sonra pek konuşmadan denizi seyretmeye başladı oda..

-          Denizin kokusuna bayılıyorum…
-          Evet o yüzden buraya gelmeni istedim.
-          Bulmam biraz zor oldu ama gelmeye değermiş gerçekten, sahil de çok güzel.
-          Aynen öyle… geldiğin için teşekkür ederim.

(…)


Yüzüme bakamadığını fark ettim. Bende bakmıyordum aslında. Ama bakamayacak kadarda çekinmiyordum doğrusu. Bana neyle geldiğini, nasıl geldiğini ve hatta hangi salağın yol boyunca neler yaptığını anlatsa belki sabaha kadar dinleyebilirdim, anlattığından çok sesini seviyordum, sesini dinlemeyi seviyordum ben onun. Buluştuğumuz sahili zor bulduğunu anlattı bir süre. Şaşırdığımı dile getirdim çünkü daha öncede burada buluşuyorduk, unutmuştu. Kısa kestik cümleleri. Konu uzamıyor daha doğrusu gittikçe kısalıyordu. Farkındaydım. Tıpkı idam mahkumlarının son anları gibiydi. Olacak şeyi bile bile yaşamaya devam edersin ya birazda öyleydi.

Rüya…  şiir gibiydi. Şiirleri de severdi aynı zamanda. Ama onla olan şimdiki durumumuz Cumhuriyet dönemi kafiyesiz ayrılık şiirlerinden pek bi farkı yoktu. Bana ‘Ne kadar çok okuyorsun böyle, insanı da okumak lazım, bilmek lazım’ derdi çoğu kez ve ben de ona ‘Her gün yeniden tanışıyorum seninle, farkında mısın?’ derdim. Klasik cevaplar pek hoşuna gitmezdi; ya absürt bi cevap verilecekti ya da konuya yakın daha faklı bir şey…
Neşeliyken yüzüne yansırdı. Üzgün olduğunda türlü şakalarla zar zor toparlardım onu.
Ve bu şekilde uğraşmak hoşuma da giderdi aynı zamanda. Bakışları buğuluydu; kısık gözleri ve anlamlandırmaya çalışan bakışları vardı. Yüzünde gülümseme nedense hiç eksik olmazdı ama bugün pek de öyle görmedim göremedim.



Gerginleşti, kaşlarını çatmıştı. Bense sakin olmaya çalışıyordum. Zamanı gelince yaşanılacak olan hayattır ve hayat bu şekilde diye düşündüm içimden. Yol ayrımlarını bile bile yaşar insan ve yol ayrımları ise kişinin gerçekte olmak istediği kişiye götürür kendisini. Bunu anlamıştım.


-          Yol ayrımlarını sever misin Rüya?
-          Bilmem. Pek düşünmemiştim.
-          Ben gerçeğe götürdüğünü düşünürüm.
-          Gerçeğe…
-          Evet öyle.
-          Şu anında bir gerçek değil mi senin?
-          Ya tamamen gerçek dışıysa?
(…)


Biraz daha konuştuk. Konu ayrılığa geldiğinde yüz ifadeleri biraz daha değişiyordu. Sanki ilişkiler yaşanınca bunlar hiç hesaba katılmamış gibi. Konusu ayrılıktan geçen her şeyde olduğu gibi hüzün bulutu biraz daha çöküyordu gökyüzüne. Ve öylede oldu.

Sesi ciddileşti.
Gülümsemesi çoktan gitmişti. Olmayanı, yetmeyeni, geçmişi ve hataları anlattı bana. Sanki hiç bilmiyormuşum gibi anlattı, bende dinledim.
Bir annenin öğüdünü dinler gibi dinledim; bıkmadan ve dikkatle.
Sözler vardı içimden geçen iskelesine varmayan. Aynen öyleydi. Sonra teker teker yuttum onları da.
Savaşı kazananların ganimetleri paylaşması gibi izledim bitişini. Bir ayrılığı bölüşemiyorduk nedense.
Bir ayrılık zor geliyordu sözlere.
Zaman biraz daha yükünü alıp çekip gidiyordu aramızdan..

Ayağa kalktı önce.  
Biraz bekledi ve sonra gitti yanımdan.
Giderken hem gidişini izledim hem de durmasını istedim.
Hem kaybeden hem kazanandım çünkü.
Bu düşüncelerim de zamana karıştı bir süre sonra.

Bulut biraz daha çöktü gökyüzüne. Gökyüzü grileşti. İnceden bir yağmur daha başlamıştı.
Dikkatimi toplayıp bekledim sonra.
Dikkatimi denize atıp gitmek geldi içimden.
En kötü olan kararlar değildi ne de olsa 'kararsızlıktı'.
Kalktım ve sahilden uzaklaştım bende o anda.

Dışarıda insanların telaşı, yağmurdan kaçanların çabası hala birbirimize bir şeyler anlatacak cinstendi. 
Sonra bende olayın akışına bıraktım kendimi.

Sonra imdadıma yetiştim.
Madem ıslanıyordum güneş tekrar açmayacak değildi ya…

Yorumlar

Popüler Yayınlar