Anı




32 dişimiz birden görünüyordu fotoğrafımızda.
Rüzgarda uçuşmuş saç tellerin değmiş yüzüme, gözüm kısık çıkmışım fotoğrafta.
Otogarda sarılmışım sıkı sıkı, bırakmamak üzere sanki. Yan tarafımızda koca bir bavul. Ortalıkta mahşer gibi kalabalık. ‘’İstanbul, Ankara otobüsü kalkmak üzeredir…’’ anonsu boğuk. İçimde yersiz bir ürperti yuvalanmaya çalışıyordu. Senin gidişin, benim gidişim, otobüsün hareket edişi, zayıf bir muavin, göbekli bir şoför,  gece karanlığı, sabah karşı 4, mola yerindeki buzdan çıkmış hava…  bir an aklımdan uçuşup gitmişti bu düşünceler. 

Sonra bir otobüs yolculuğunda kafamı cama yaslamışım, yan tarafın açık kalmış koltuk arkası televizyonu karanlığı yırtıp geçiyordu. Uzaklara dalmaya çalışma çabası, yarı aydınlık etrafı anlama çabası, terk edilmiş benzin istasyonları, ağaçlıklı yerler, boş tarlalar… 

Ağır mı ağırdı bavulun. İçeri geçmişiz. Çay içme fikri de iyiydi zaten. Plastik bardak, plastik kaşık  ve bir de 2 şeker…  Oturmuşuz boş bir yerde. Senin çocukluk hikayelerin, benim eski aşk maceraları. Nasıl tanışmıştık sahiden, üzerimde ne vardı, ellerim gerçekten titremiş miydi, göz göze nasıl gelmiştik? Sahi, konu buraya nasıl gelmişti ki? Her neyse. Sen gülünce benim  bir sigara daha yakasım geliyordu. İçimde hem sevinç çığlıkları hem de arabesk bir şarkının nakarat kısmı oluyordu. Gel gitler arasında kalıyordum bazen. Sen gülünce bir savaşçı galip geliyordu, gün sonu yorgunluğu atılıyordu, kaybetti zannedilen şeyler başarıyla sonuçlanıyordu. Kimyasal tepkimeler mi, ilahi bir şeyler midir nedir, artık hangi dille ifade ediliyorsa Nazım Hikmet yeni bir şiir yazıyordu seninle aşkımız üzerine.
Ya da sanki sahneye fırlayıp, şarkıcıdan mikrofonu kapıp şöyle romantik bir şarkı mırıldanıyordum, dinleyiciler ayakta alkışlıyordu.
Bilmiyorum.

Daha 45 dakika kalmıştı oysaki otobüslerin kalkmasına. Mesela en sürükleyici anınızda zaman Usain Bolt gibi koşar, ama en boktan anınızda kağnı gibi ilerler. Belkide psikolojik açıdan hayatın bize bir ibneliği olabilir. Çok düşünmüyorum üzerinde. Böyle bir şey var ama. Dikkat edin; lezzetli yiyecekler  de hep sağlıksız olur. En şakacı en komik çocukluk arkadaşınız da şerefsizin tekidir. Kural sanki böyle işler, insana ne iyi gelirse azalır azalır gider. Bu belkide yaşam terazimizdir.

Saatime baktım. Son 20 dakika.
E kalkmak lazım.
Sırt çantamı aldım.
Senin bavulunu aldım elime.
E taşıttırır mıyım, öldük mü be!?

İşte bak…
Otobüsün yanaşmış bile otogara.
Çelimsiz muavin sigarasını içmeye başlamış dolanıyor ortalıkta.
Bagaj kapağı açılmış.
Senin gitmen için yeterli son birkaç sahne de hazır işte.

 ***

Bavulunu yerleştirmiştik bagaja, biletin elindeydi, gözün gözlerimde.
Birkaç güzel sözle bitirmeli bu filmi.
Ne anlatsam bilemedim işte o an.
Bilemiyor insan, böyle önemli anlarda ne söylenir ki.
Koca bir miting alanında yığınla kalabalığa karşı ne söyleyebilirsin ki ellerin titrerken?
Ya domates fırtlatılacak ya da alkışlar kopacak.
Ya ölüm ya kalım.
Ya dün ya yarın.
Ya bugün ya hiç.
Ya şimdi ya da sonsuza dek…

**

Ne çok isterdim o koca bavulundan minik bir bahane çıksa da gitmeseydik…
Ne çok isterdim.
Oysaki 32 dişimiz ne güzel görünmüştü fotoğrafımızda.
Ne güzeldi.

Sen gittin ya…
Aklım gitti, bir gemi kalktı limandan.
İçimden gitti bir şeyler.
Rayından çıktı tren,
Rotası kayboldu uçakların..
Bir daha da gelmedi.

Kulağımda kulaklık, hava karanlık, boş tarlaları izliyordum.
Başımı cama yaslamış, özlüyorum.
Sonuna geliyorum şarkının.

‘’Yol arkadaşım, nerdesin?’’




Yorumlar

Popüler Yayınlar